2 Ekim 1187 Kudüs’ün Sultan Selahaddin Eyyubi tarafından Haçlıların elinden kurtarılması tarihi. Rivayet edilir ki; Sultan Selahaddin, Kudüs fethedilinceye kadar gülmemeye yemin etmiş ve başına siyah bir sarık bağlamıştır.
Kadı İbn Şeddâd şöyle yazıyor:
“Sultan Kudüs’ü o kadar düşünüyor, onun hakkında öyle dertleniyordu ki; dağların bile tahammül edemiyeceği bir yük taşıyordu kalbinde. ”
Kudüs’ün fethi ve onun öncesindeki Hıttin savaşını İbn-i Kesir’in El Bidaye ve’n-Nihaye isimli eserinden iktibas ediyoruz:
Hicretin Beş yüz seksen üçüncü Senesi
Bu senede Kudüs’ün fethedileceğinin bir ön işareti olarak Hittin savaşı yapıldı. Bu, Kudüs’ün kâfirlerin elinden kurtarılacağının bir nişanesi idi. İbnü’1-Esir dedi ki:
«Bu savaşın ilk günü cumartesi, aynı zamanda Nevruz günüydü. Bu gün, Fars (İran) takvimine göre yılbaşıdır. Aynı gün, Rumî senenin de başına denk gelmişti. İşte bu günde güneş, oğlak burcuna girmişti. Yine bu günde ay da oğlak burcuna girmişti. Böyle bir durum hemen hemen mümkün değildir. Eşine çok ender rastlanılan bir haldir. Sultan Selahaddin de muharrem ayının başında cumartesi günü ordusuyla birlikte Dımaşk’tan ayrıldı. Ra’sül-Ma’ya geldi. Orada oğlu Afdal’ı bir grup askerle bıraktı. Kendisi diğer askerleriyle birlikte Basra’ya doğru ilerledi. Kasr Ebi Selam’da otağ kurdu. Hacıların gelmesini beklemeye başladı. Gelecek olan hacılar arasında kızkardeşi Sittüşşam, kızkardeşinin oğlu Hüsameddin Muhammed b. Ömer b. Laçin de vardı. Hacıları Kerek prensinin baskınına karşı korumak düşüncesiyle orada beklemeye koyuldu. Hacılar salimen orayı geçtikten sonra Sultan Selahaddin oradan ayrıldı. Kerek’e gitti. Şehrin çevresindeki ağaçları kesti. Hayvanlarını ekinlere bırakıp otlattı hayvanları da ekinleri yediler. Mısır askerleri de geldi ve şarklı askerlerle birleştiler. Hepsi Ra’sü’l-Ma mıntıkasında Sultan Selahaddin’in yanında ordugah kurdular. Sultan Selahaddin’in oğlu Afdal, Haçlı beldelerine doğru bir müfreze gönderdi. Bu müfreze bazı Haçlıları Öldürdü. Ganimet elde etti. Salimen geri döndü. Fetih ve zafer müjdesinin öncüsü niteliğindeki bu sevinçli durum, herkesi memnun etti. Sultan Selahaddin de büyük ordusuyla geldi. Diğer askerler de etrafında toplandılar. Askerleri düzene sokup tabiye etti. Sahil beldelerine doğru yürüdü. Beraberindeki savaşçıların sayısı -gönüllüler hariç olmak üzere- 12.000’di. Haçlılar onun gelmekte olduğunu birbirlerine duyurdular. Hepsi toplandılar. Kendi aralarındaki kavgalara son verip barıştılar. Trablus kontu Komes ile Kerek prensi denen facir kişi de anlaştılar. Hepsi mızrakları, silahları ve ağırlıklarıyla geldiler. Salbut haçını da beraberlerinde getirmişlerdi. Haçı tağutun kullan taşımaktaydılar. Sapık abidleri bu haçı omuzlamışlardı. Sayılarını ancak Aziz ve Celil olan Allah bilir. Bir rivayette anlatıldığına göre sayıları 50.000’di. Başka bir rivayete göre ise 63.000 kişiydiler. Trablus kontu Komes, Haçlıları korkutup Müslümanların sayısının çokluğunu söyledi. Kerek prensi ona itiraz etti. “Senin Müslümanları sevdiğinden ve Müslümanların sayılarının çokluğunu söyleyerek bizi korkutmak istediğinden şüphem yoktur. Ama sen bu söylediklerimin sonunu göreceksin» dedi. Haçlılar Müslümanlara doğru ilerlediler. Sultan Selahaddin de yoluna devam etti. Taberiye’yi fethetti. Oradaki yiyecekleri, eşyaları ve diğer emtiayı alarak kuvvetlendi. Taberiye kalesini kendisine karşı korudular. İstihkâm tedbirleri aldılar. Ama orada fazla durmadı ve Taberiye kalesini almayı kafasına pek takmadı. Taberiye civarındaki gölü istila etti. Cenâb-ı Allah kâfirlerin o gölden bir damla dahi su almalarına imkân vermedi. Öyle ki, kâfirler çok şiddetli bir susuzluğa maruz kaldılar. Sultan Selahaddin, Taberiye’nin batısındaki Hittin köyünün yanındaki dağın tepesine çıktı. Anlatıldığına göre orada Hz. Şuayb’ın mezarı bulunmaktadır. Perişan haldeki düşman geldi. Düşmanlar arasında Akkâ, Keferenka, Nasıra, Sur ve diğer yerlerin valileri de vardı. Bütün kontları gelmişti. İki, taraf karşı karşıya geldi. Askerler göğüs göğüse geldiler, imanın yüzü ağardı ve parladı. Kâfirlerin ve taşkınların yüzü kararıp tozlandı. Felaket çemberi Haçlıların üzerinde döndü. Vakit cuma gününün akşamıydı. İki taraf kendi saflarını bozmaksızın gecelediler. Cumartesi sabahı, Hristiyanlar için çok zorlu geçecekti. Rebiyülahir ayının bitimine beş gün kalmıştı. Güneş Haçlıların karşısında doğdu. Sıcaklık şiddetlendi. Susuzluk onları bitirdi. Atlarının toynukları altında kurumuş ve ufalmış otlar vardı. Bunu da uğursuzluk alameti sayıyorlardı. Sultan Selahaddin ateşçilere, düşman saflarına doğru neftli paçavraları atmalarını emretti. Attılar. Ateşler atlarının toynukları altına alevlendi. Güneşin sıcaklığı, susuzluğun harareti, ateşin sıcaklığı, silahın harareti, atılan okların meydana getirdiği hararet hep bir araya geldi. Bahadırlar göğüs göğüse vuruştular. Sonra Sultan Selahaddin tekbir alınıp düşmana ani ve güçlü bir hamle ile saldırılmasını emretti. Saldırdılar. Aziz ve Celil olan Allah, Müslümanlara zaferi müyesser kıldı. Onlara destek verdi. Haçlılardan o günde 30.000 kişiyi öldürdüler. Haçlıların şövalye ve süvarilerinden 30.000 kişiyi de esir aldılar. Esir almanlar arasında Trablus kontu dışındaki bütün kontlar vardı. Trablus kontu Komes, savaşın başında hezimete uğrayıp geri dönmüştü. Sultan, bunların en büyük haçını ganimet edindi. Bu haça Hz. İsa’nın gerildiğini iddia ediyorlardı. Bu nedenle onu altın, inci ve kıymetli mücev-herlerle süsleyip kaplamışlardı. İslâm’ın ve Müslümanların o günkü kadar izzet bulup muzaffer oldukları, batıl ehlinin de rezil rüsvay olup ezildikleri duyulmamıştı. Hatta çiftçilerden biri, bir başka çiftçinin otuz küsur haçlı esirini önüne katıp götürmekte olduğunu, hepsini bir çadır ipine bağlamış olduğunu, bunlardan birini, giymek için bir ayakkabı karşılığında sattığını görmüştü. Öyle olaylar cereyan etmişti ki, bunların benzerleri ancak sahabi ve tabiiler zamanında meydana gelmişti. Hoş ve mübarek övgülerle hamdler, daima Allah’a mahsustur.
Bu savaş tamamlandıktan, vuruşma alevleri söndükten, harp ağırlığını indirdikten sonra Sultan Selahaddin, kendisi için büyük bir otağ kurulmasını emretti. Kendisi de memleket tahtına oturdu. Sağ tarafında esirler, sol tarafında esirler vardı. Esirler zincirlerini sürüyerek getirdiler. Templierin öncülerinden bir topluluğun öldürülmesini emretti. Onlardan hiç birini hayatta bırakmadı. Çünkü insanlar onların kötülüklerini anlata anlata bitiremiyorlardı. Sonra Templier mezhebinin lideri getirildi. Haçlı komutan ve kontları getirildi. Hepsi de rütbelerine göre Sultan Selahaddin’in sağında ve solunda oturtuldular. Büyük kontlar, Sultan Selahaddin’in sağ yanına oturtuldu. Kerek prensi Aryat ve diğerleri de sol tarafına oturtuldular. Sonra sultana karlı gül şerbeti getirildi. İçti. Sonra Haçlı hükümdarına verdi. O da içti. Sonra Kerek valisi Aryat’a da verdi. Sultan Selahaddin ona kızgındı. Ona «Şerbeti sana verdim ama içmene izin vermedim,» dedi. Sonra «Bu adamın benim yanımda ahdi yoktur» diye sözünü tamamladı. Bunun ardı sıra otağının gerisindeki dahili bir çadıra girdi. Kerek valisi Aryat’ı oraya çağırdı. Aryat gidip karşısında durunca Sultan Selahaddin kılıcını kaldırıp onu İslâm’a davet etti. Aryat İslâm’a girmedi. Bunun üzerine Sultan Selahaddin «Evet, ben, Rasûlullah (s.a.v.)’ın -ümmetinin intikamını alma hususunda- vekiliyim» dedi ve Aryat’ı öldürdü. Kesik başını otağdaki kontlara gönderdi. Ve «Bu Rasûlullah (s.a.v.)’a sövmesinin cezasını gördü» dedi. Sonra da Templier ve Hospitolier cezasını gördü» dedi. Sonra da Templier ve Hospitalier tarikatlarına mensup Haçlı esirleri huzurunda eli kolu bağlı vaziyette öldürdü. Müslümanları bu iki murdar cinsten kurtarıp rahata kavuşturdu. Kendilerine İslâm’a girmelerini teklif ettikleri arasında az sayıda kimseler Müslüman oldular. Anlatıldığına göre o gün öldürdüğü Haçlıların sayısı 30.000’di. Esir aldıklarının sayısı da 30.000’di. Zaten Haçlı ordusu toplam 63.000 askerden ibaretti. Az da olsa kaçıp kurtulanlar, yaralananlar, kendi ülkelerine gidince orada öldüler. Ölenler arasında Trablus kontu Komes de vardı. O, yaralanarak kaçmış ve ülkesine döndükten sonra ölmüştü. Sonra Sultan Selahaddin, öldürülen Haçlı liderlerinin kesik başlarını ve öldürülmeyen esirleri ile büyük Haçlarını Kadı îbn Ebi Asrun refakatinde Dımaşk’a gönderdi ki; bu haçlıların büyük haçı Haleb kalesine konulsun. Bu haç baş aşağı çevrilerek kaleye konuldu. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü.
Sultan Selahaddin daha sonra Taberiye kalesine gitti. Orayı zaptetti. Taberiye halkı, Havran, Belka, o çevredeki Colan ve oraya bağlı arazilerin tamamının yan gelirlerini ve ürünlerini alıyordu. Cenâb-ı Allah Müslümanları bu paylaşmadan kurtardı. Sonra Sultan Selahaddin Hittin’e gitti ve orada bulunan Hz. Şuayb’ın mezarını ziyaret etti. Oradan Ürdün’e geçti. Bütün bu beldeler selamete kavuştular. Ürdün, irili ufaklı bir çok kasabalardan müteşekkil bir ülkeydi. Sonra Akka’ya doğru yürüdü. Rebiyülahir ayının sonunda çarşamba günü oraya indi. Cuma günü orayı sulh yoluyla fethetti. Orada hükümdarlara ait mal, mülk, zahire, ticaret eşyası ve diğer emtiayı ganimet edindi. Orada bulunan müslüman esirleri kurtardı. Orada 4.000 kadar müslüman esir buldu. Cenâb-ı Allah bu esirleri feraha ve genişliğe kavuşturdu. Sultan Selahaddin orada cuma kılınmasını emretti. Haçlıların almasından sonra ilk olarak sahilde cuma kılmıyordu. Aradan yetmiş senelik bir zaman geçmişti ki, Müslümanlar orada cuma kılamamışlardı. Sultan Selahaddin oradan ayrılıp Sayda ve Beyrut’a gitti. Sahildeki beldeleri birer birer zaptetti. Çünkü artık oralarda şövalye ve kontlar kalmamıştı. Buradan da Gazze, Askalan, Nablus, Beysan ve Gur mıntıkasına gitti. Bütün buralara sahip oldu. Kardeşinin oğlu Hüsameddin Ömer b. Muhammed b. Laşin’i Nablus’ta naib olarak bıraktı. Zaten buraları fetheden de oydu. Sultan Selahaddin’in bu kısa süre zarfında fethettiği büyük beldelerin sayısı elliyi bulmuştu. Bu beldelerin tamamında da savaşlar, kaleler ve savunma tedbirleri vardı. İslâm ordusu bu fetihlerden ötürü çok miktarda ganimet edindi. Çok sayıda Haçlıyı da esir aldı.
Sonra Sultan Selahaddin askerlerine bir ay müddetle bu mekânlarda dolaşmalarını, atlarını otlatmalarını emretti ki, dinlensinler. Kendilerini ve atlarını Kudüs fethine hazırlayıp ısındırsınlar. Halk arasında Sultan Selahaddin’in Kudüs’ü fethetmeye niyetlenmiş olduğuna dair haber dolaştı. Bunun üzerine alimler ve sarihler gönüllü olarak yanına geldiler. Hittin savaşından ve Akka fethinden sonra kardeşi Âdil Ebu Bekir de yanına geldi. Kendisi de bizzat birçok kaleleri fethetti. Böylece Cenâb-ı Allah’ın çok sayıda kulu ve askeri bir araya gelip toplandı. O esnada Sultan Selahaddin de beraberindeki askerlerle Kudüs’e doğru yola koyuldu. Hittin savaşı nedeniyle şairler kendisini övüp çokça methettiler. Dımaşk’ta hasta yatmakta olan Kadı Fadıl da ona şu tebriki göndermişti:
«Cenâb-ı Allah’ın, kendisi vasıtasıyla bu dini ayakta tutmuş olduğu efendimizi tebrik ediyorum. Köleniz bu hizmetini arzedip tebrikini yazarken başlar secdeden kalkmamıştı. Gözler yanak üzerine yaş akıtmaktaydı. Kiliselerin mescidlere dönüştüğünü; «Allah üçün üçüncüsüdür» denilen mekanlarda «Allah birdir denildiğini» andıkça bu köleniz dilinden taşan şükürlerim peşpeşe yenilemektedir. Bazen da gözlerinden sevinç yaşları akmakta ve Allah’ı birlemektedir. «Yüce Allah apaçık ve gerçek olan hükümdardır. Muhammed, Allah’ın doğru sözlü, güvenilir elçisidir» denildiğini duyunca seviniyor ve sevinç gözyaşlarını döküyorum. Cenâb-ı Allah, Sultan Selahaddin’e Yusuf peygamberin zindandan kurtarılışına nisbetle daha büyük bir mükâfat nasip etsin. Kölelerin, efendilerini bekliyorlar. Dımaşk’ta hamama girmeye niyetlenmiştir.
«Bunlar yüksek hasletlerdir. Süt bardakları değildir. Şu da seyf (kılıçtır) yoksa Seyf b. Zî-Yezen değildir. Bu fetihten sonra diller çok uzun tesbihatlarda bulunacaklar, güzel ve kıymetli sözler söyleyeceklerdir.»
Kudüs’ün Fethi
Haçlılar, doksaniki sene müddetle Kudüs’ü ellerinde tuttuktan sonra bu senede Müslümanlar orayı ellerinden alıp fethettiler.
Sultan Selahaddin önceki kısımlarda anlatılan yerleri fethettikten sonra askerlerine toplanmalarını emretti Askerler toplandıktan sonra Kudüs’e doğru yola koyuldu. Bu senenin receb ayının on beşinde Kudüs’ün batısında ordugahını kurdu. Şehrin son derece müstahkem kılındığını, tedbirler alındığını gördü. Haçlı savaşçılarının sayısı -Kudüs’tekiler hariç olmak üzere- 60.000 veya daha fazlaydı. Kudüs valisi o zaman Balban b. Bazran’dı. Beraberinde Hittin savaşından kurtulup gelen şövalyeler de vardı. Bunlar arasına Templier ve Hospitaliyer tarikatının mensupları denen şeytan müridleri vardı. Haça tapanlar hep bir araya gelmişlerdi. Sultan Selahaddin, mezkur yerinde beş gün kaldı. Askerlerinden her bir guruba, surların bir tarafını ve burcunu teslim etti. Sonra Şam tarafına yöneldi. Çünkü orayı daha geniş ve manevraya müsait olduğunu gördü. Haçlılar, Kudüs’ü Müslümanlara bırakmamak için şiddetlice savaştılar. Kendilerine ve Kamame Kilisesine sahip olmak için canlarını, mallarını feda ettiler. Kuşatma esnasında Müslüman emirlerden biri şehid düştü. İşte o esnada Müslüman komutanlar ve salih kimseler düşmana karşı çok öfkelendiler. Savaşı daha da şiddetlendirdiler. Kudüs’e yönelik olarak mancınık ve arradeleri kurdular. Kılıçlar ve mızraklar paylarını aldılar. Gözler, surların üzerine dikilmiş olan Haçlara bakıyordu. Kubbetü’s-Sahra’nın üzerinde büyük bir haç vardı. Bu, Müslümanların daha da gayrete gelmelerini sağladı. O gün, kâfirler için çok zorlu bir gündü. Sultan Selahaddin, askerlerini surların kuzey doğu köşesine yöneltti. Orayı delmeğe çalıştı. Ateşe verdi ve surların o tarafı yıkıldı. Burç çöktü. Haçlılar bu durumu görünce feci bir halle karşılaştıklarını, elem verici bir vartaya yuvarlandıklarını anladılar. Bunun üzerine büyükleri Sultan Selahaddin’in yanına gelip kendilerine eman vermesini rica ettiler. Ancak sultan bu ricalarını kabul etmeyip: «Siz, nasıl daha önce zorla aldıysanız ben de şimdi öylece fethedeceğim. Daha önce Kudüs’teki Müslümanları nasıl öldürdüyseniz ben de şimdi Kudüs’te öldürmedik bir Hristiyan bırakmayacağım» dedi.
Bundan sonra Kudüs valisi Balban b. Bazran, yanına gelmesi için Sultan Selahaddin’den eman diledi. Sultan Selahaddin ona eman verdi. Huzura geldiğinde sultandan merhamet diledi. Boyun eğdi. Zillet gösterdi. Alçaldıkça alçaldı. Merhamet vesilesi olacak bütün kelimeleri kullandı. Ancak sultan onlara eman vermeyeceğini bildirdi. Onlar da «Eğer bize aman vermezsen geri döneriz. Elimizdeki Müslüman esirlerin tamamım öldürürüz -Kudüs’te haçlıların elinde 4.000 kadar Müslüman esir vardı.- Çoluk çocuğumuzu ve kadınlarımızı öldürürüz. Evlerimizi ve güzel mekânlarımızı tahrip ederiz. Eşyalarımızı yakarız. Elimizdeki malları telef ederiz. Kubbetü’s-Sahra’yi yıkar ve ele geçirebildiğimiz herşeyi yakarız. Ondan sonra çıkar, sizinle kıyasıya savaşır, kendimizi adeta ölüme atarız. Bundan sonra artık bizim yaşamamızda hayır yoktur. Bizden biri düşmanlarımızdan bir kaçını öldürmeden canını vermeyecektir. Zaten bundan sonra ne hayır umacağız?» dediler.
Sultan Selahaddin, bu sözleri dinledikten sonra barışa razı olduğunu bildirdi. Kendi görüşünden vazgeçti. Yalnız şu şartları ileri sürdü:
Erkekler onar dinar, kadınlar beşer dinar, küçük çocuklardan da ikişer dinar fidye alınacaktır. Bunları ödeyemeyenler, Müslümanların esiri olurlar. Ayrıca ekinler, ürünler, silahlar, evler Müslümanların olacak. Haçlılar güven bulacakları bir yere, yani Sur şehrine taşınabilecekler.
Böylece barış antlaşması yazıldı. Bu fidyeleri ödeyemeyenlere kırk günlük süre tanınacaktı. Bu süre zarfinda fidye ödeyemeyen esir oluyordu. Bu şart kapsamında esir düşenlerin sayısı, kadın erkek ve çocuk olmak üzere 16.000 idi.
Sultan ve Müslümanlar cuma günü namaz vaktinden kısa bir süre önce şehre girdiler. Günlerden receb ayının yirmiyedinci günüydü.
Kâtip İmad dedi ki: «O gece Rasûlullah (s.a.v.)’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürüldüğü İsra gecesiydi.» Ebu Şâme dediki: «Bu, İsrâ ile ilgili olarak ileri sürülen kavillerden biridir.»
«Bizzat ben kıldım» diyenin aksine o gün Kudüs’te cuma namazını kılmak Müslümanlara nasip olmamıştı. Cumayı kıldık diyenlerin ifadesine göre Sultan Selahaddin bizzat Sevad’da o gün hutbe irad etmiştir. Sahih kavle göre zaman darlığı yüzünden o gün Müslümanlar Kudüs’te cuma namazını kılamamışlar, ancak bir hafta sonra kılmışlardır. Hatip de, ileride anlatılacağı gibi Muhiddin b. Muhammed b. Ali el-Kureşî İb-nu’z-Zeki idi.
Fakat şehire ilk girdikleri cuma gününde Mescid-i Aksa’da bulunan haçları, rahipleri ve domuzları dışarı çıkarıp mescidi temizlediler. Templier büyük mihrabın batı kısmında kendileri için odalar yapmışlardı. Mihrabı da kendilerine depo edinmişlerdi. Allah kendilerine lanet etsin. Bütün buralar temizlendi ve İslâmiyet dönemindeki eski haline döndürüldü. es-Sahr temiz su ile yıkandı. Sonra da üzerine gül suyu ve misk saçıldı. Bakmak isteyenlere gösterildi. Daha önce ziyaretçilere kapalı olup üzerinde örtü vardı. Kubbesindeki haç indirildi ve eski saygınlığına kavuşturuldu. Daha önce Haçlılar oradan bir parçayı söküp ağırlığınca altın karşılığında denizcilere satmışlardı. Bu parçayı geri getirmek mümkün olmadı.
Sonra Haçlılardan kurtuluş akçeleri alındı. Sultan, onlardan bir kısmını serbest bıraktı. Serbest bıraktıkları arasında hükümdarların ve kontların kızları, ayrıca maiyetindeki kadınlar, çocuklar ve erkekler de vardı. Çokları karşılıksız affedilip serbest bırakıldı. Sultan Selahaddin onlardan topladığı fidyeleri askerlerine dağıttı. Kendisi hiçbir şey almadı. Saklanacak, biriktirilecek hiçbir şeye tenezzül etmedi. Allah rahmet etsin. Son derece yumuşak huylu, cömert, atılgan, şecaatti, yürekli ve merhametli idi.
Fethedilişinden Sonra Kudüs’te Kılınan İlk Cuma Namazı
Mescid-i Aksa, içindeki haçlardan, çanlardan, rahiplerden ve keşişlerden arındırılıp içine iman ehli kimseler girdiğinde, orada ezan daveti yapılıp Kur’an okunduğunda ve Rahman olan Allah birlendiğinde ilk olarak şaban ayının dördünde, yani fethin sekizinci gününde cuma günü cuma namazı kılındı. Minber, mihrabın bitişiğine kuruldu. Halılar serildi. Kandiller asıldı. Kur’ân-ı Kerim okundu. Hak geldi, batıl gitti. Seccadeler dizildi. Çokça secde edildi. Türlü ibadetler yapıldı. Dualar ve yakarışlar göğe yükseldi. Bereketler indi. Sıkıntılar gitti. Namazlar kılındı. Müezzinler ezan okudu. Keşişler sustu. Perişanlık gitti. Gönüller hoş oldu. Mutluluk geldi. Uğursuzluk gitti. Doğmayan, doğrulmayan, bir, tek, dengi bulunmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, ama kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığı bir Allah’a ibadet edildi. Rükû ve secdeye gidenler, kıyamda duranlar, oturanlar, tekbir getirdiler. Cami doldu. Gönüller, rikkatleştiğinden göz yaşları akıttı. Zevaldan önce namaz için müezzinler ezan okuduklarında sevinçten neredeyse kalpler uçup gideceklerdi. Cuma günü hutbe okuyacak bir hatip tayin edilmiş değildi. O esnada Sultan Selahaddin, Kubbetü’s-Sahra’da bulunmaktayken o gün Kadı Muhiddin b. Zeki’nin hutbe irad etmesi için ferman buyurdu. Kadı Muhyiddin de siyah hil’at giydi. İnsanlara kıymetli, fasih ve beliğ bir hutbe irad etti. Hutbesinde Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın şerefini anlattı. O mekan için nakledilen faziletleri ve imrendirici ayetlerle hadisleri okudu. Bu husustaki delil ve emareleri anlattı. er-Ravzateyn adlı eserinde Şeyh Ebu Şâme, bunları uzun uzadıya nak-letmiştir. Hatip hutbesine başlarken şu ayet-i kerimeyi okumuştu: «Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun ki, zulmeden milletin kökü böylece kesildi.» (el-En’âm, 45).
Bundan sonra hatip Kur’an’daki bütün hamd ifadelerini kullanıp şöyle dedi:
«İslâm’ı kendi yardımıyla aziz kılan, şirki de kendi kahrıyla zelil kılan, işleri kendi emriyle yürüten, nimetleri kendisine yapılan şükür sebebiyle artıran, kâfirleri zorlu yollara sürükleyen Allah’a hamd olsun. O Allah ki, günleri kendi adaletiyle döndürmekte ve takdir etmektedir. İyi sonu da kendi lütfuyla takva sahiplerine bahsetmiştir. Kullarına rahmet çiğlerim ve kırağlarım saçar, dinini bütün dinlerin üzerine çıkarır, kullarının üzerinde kahredici bir güce sahiptir. O’na karşı konulamaz. Yaratıklarının fevkindedir. Kendisiyle çekişilemez. Dilediği emri verendir. Kendisiyle tartışılmaz. Dilediğini hükmeder, hükmüne karşı savunma yoktur. Zafer bahşedilişinden ve İslâm’ı yüceltişinden, dostlarını aziz kılıp dinine yardım edenlere destek verişinden, Mescid-i Aksa’yı şirkin pisliklerinden ve kirlerinden arındırdığından dolayı kendisine hamd ediyorum. Bunu kalbinin derinliklerinde organlarının zahirinde hissederek hamdeden kimse gibi hamd ediyorum. Kendisinden başka ilah bulunmayan, sadece kendisi mevcud olan ortaksız bir ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde herşeyin kendisine muhtaç olduğu, doğmayan doğrulmayan bir tek, dengi dahi bulunmayan Allah’ın varlığına şehadet ediyorum. Kalbini tevhidle arındıran kimsenin şehadetiyle, Rabbini memnun kılan kimsenin tanıklığıyla O’nun varlığına şehadet ediyorum. Şükrünü arz eden, şirki yok eden, iftirayı ortadan kaldıran, Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum. O Muhammed ki, Rabbi, onu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya geceleyin getirtti. Buradan da yüksek semalara, Sidretülmünteha’ya yükseltti «Orada me’va cenneti vardır. Sidreyi bürüyen buruyordu. Muhammed’in gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı.» (en-Necm, 15-17).
Muhammed’e -Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun- doğru sözlü ve özlü, aynı zamanda ilk iman eden halifesine, bu makamdan Haçlı sembollerini ilk olarak kaldırıp yok eden mü’minlerin emiri Hattab oğlu Ömer’e, Kur’an’ı toplayan iki nur sahibi ve müminlerin emiri Affan oğlu Osman’a; şirki sarsan ve putları kıran müminlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali’ye, Rasûlullah’ın aline, ashabına ve güzel yolda onlara tabi olalara da Allah’ın rahmeti olsun.»
Bundan sonra hatip, dinleyicileri Cenâb-ı Allah’ın kendilerine müyesser kıldığı şu, şu ve şu özelliklere sahip Mescid-i Aksa’ya imrendirdi. Öğütlerini verdi. Mescid-i Aksa’nm faziletleri ve üstünlükleri hakkında bilgi verdi. Burasının iki kıblenin ilki olduğunu, iki mescidin ikincisi, üç haremin de üçüncüsü olduğunu ifade etti. Mescid-i Haram’dan ve Mescid-i Nebevi’den sonra insanların gitmesi gereken tek mescid olduğunu, yine Mescid-i Haram’dan ve Mescid-i Nebevi’den sonra parmakla gösterilebilecek tek mescidin burası olduğunu, Rasûlullah (s.a.v.)’ın, Mescid-i Haram’dan geceleyin buraya getirildiğini, onun burada yüce nebi ve resullere namaz kıldırdığım, buradan göklere yükselip miraca gittiğini, göklerden dönüşünde yine buraya uğradığını, sonra yine buradan Mescid-i Haram’a Burak’a binerek gittiğini, burasının mahşer gününde haşir yeri olacağını, peygamberlerin makamının, velilerin de yöneldikleri yerin burası olduğunu, bu mescidin ta ilk gününden beri takva üzere inşa edilmiş olan bir makam olduğunu anlattı.
Ben derim ki: Anlatıldığına göre Mescid-i Aksâ’yı, İbrahim peygamberin Kabe’yi inşa etmesinden kırk yıl sonra ilk olarak, Hz. Yakub inşa etmiştir. Nitekim Buharı ve Müslim’in Sahih’lerinde de böyle denmektedir. Sonra orayı Süleyman peygamber onarmıştır. Müsned ve Sü-nenlerde, İbn Huzeyme ile İbn Hibban ve Hakim’in Sahih’lerinde buna dair rivayetler mevcuttur. Süleyman peygamber onarımı tamamladıktan sonra yüce Allah’tan, sırf kendisine mahsus olmak üzere şu üç dilekte bulunmuştu:
1– Kendi hükmüne uygun bir hüküm,
2– Kendisinden sonra başka hiç kimseye verilmeyecek olan bir mülk (hükümranlık).
3– Bu mescide gelip de burada namaz kılan kimse dışarı çıkarken anasından doğduğu günkü gibi günahsız olarak çıkmalı.
Bundan sonra hatip iki hutbenin tamamını okudu. Sonra da Abbasi halifesi Nasır’a, onun arkasından Sultan Selahaddin’e dua etti. Namazdan sonra Şeyh Zeyneddin Kbü’l-Hasan b. Ali Neca el-Mısrî, Sultan Se-lahaddin’in izniyle kürsüye çıkıp cemaata vaaz verdi.
Kadı İbn Zeki dört hafta cuma günleri hutbe irâd etti. Sonra Sultan Selahaddin, Kudüs’e muvazzaf bir hatip tayin etti. Haleb’e de haber göndererek Melik Âdil Nureddin eş-Şehid’in Kudüs için yaptırmış olduğu minberi getirtti. Melik Âdil Nureddin, Kudüs’ü kendisinin fethedeceğini umuyordu, ama bu fetih onun vefatından sonra kendi tabilerinden Sultan Selahaddin’in eliyle gerçekleşmişti.
El Bidaye Ve’n-Nihaye- İbn Kesir