Üstad Mervan Hadîd
Allah Rahmet eylesin Üstad Mervan Hadîd… Mısır’da okuyordu. Bir zirve toplantısına katılan üyelerin tümüne mektup yazdı. Onlara; “İslâm ile hükmetmeniz gerekir, Şunu… Şunu… Yapmanız gerekir.” Ayrıca Mervan adını, adresini yazıp başta Abdunnasır olmak üzere bütün zirveye katılanlara gönderdi. Bunun üzerine Abdunnasır istihbarat birimlerine “bu adamı takibe alın ve araştırın” diye emir verir. Üstad Mervan Hadîd’le birlikte daima istihbarattan bir adam bulunur ve sadece üstad uyumak üzere evine girdiğinde ondan ayrılırdı. Allah’ın rahmeti üzerine olsun Üstad Mervan Hadid’in bende etkisi çok büyüktür. Mısır’da otobüslere binmek istersen önce hızlı ve yüksek atlamayı öğrenmen gerekir. Genellikle otobüslerin dışında 6-7 kişi dışarıdan kapıya asılarak gider. Üstad Mervan, kendisini adım adım takip eden istihbarat adamıyla birlikte otobüse binip inerdi. Bazen otobüs çok kalabalık olupta sıkıştıklarında ya da kapıya asılarak gitmek zorunda kaldıklarında istihbarat adamı elinden tutarak ona yardım eder, o da komseriye (otobüste bilet kesip ücretleri toplayan görevliye); “şu benim ücretim, şu da muhbirin ücretidir” diyerek otobüs biletlerini aldığında adam kızarıp bozarınca; “Ey kardeşim ben senin ücretini ödemek istiyorum sen istemiyorsun” derdi. Bazen yine otobüs çok kalabalık olduğunda muhbir otobüse binipte Şeyh Mervan binemeyince muhbir ona; “Sen ikinci otobüsle gel, durakta inince buluşuruz” derdi. Üstad Mervan Suriye’ye dönmek ister. Fakat muhbir ondan ayrılmaz. Cuma günü yolculuk etmeye karar verir. Çıkış vizesi alması gerekir. Daha vize almaya gitmeden mescide girer. Muhbirin sabahtan akşama kadar kapısından ayrılmadığını görür. Camiye gider, muhbir peşinden takip eder. Şeyh Mervan, muhbir mescide girdikten sonra niyet eder ve namaza başlar. Muhbir de niyet edip namaza başlar. Kendisi bu fırsattan faydalanarak namazı kılmadan dışarı çıkıp bir taksiye biner ve oradan ayrılır. Havaalanında randevulaştığı kardeş, valiziyle birlikte üstadı beklemektedir. Havaalanına girdiklerinde namaz kılmak için görevlilerden mescid sorar. Kendisine; “haydi geç.! Burada mescid olmaz” denilir. Şam’a (Suriye’nin başkenti) ulaştıklarında Radyo’da Baas partisinin (sosyalist parti) programı yapılmakta ve Baas partisi şöyle tanıtılmaktadır: “Baas’a iman ettim, Rab odur, şeriki yoktur… Araplık dinimdir, Ondan başka din yoktur..” Baas partililer ve Nusayriler İslâm’a yaptıkları saldırılarla övünmektedirler. Hama şehrinde şöyle bir olay olur: Sınıfta hocanın birisi İslâm’a hakaretler içeren bir konuşma yapar. Bunun üzerine öğrencilerden bir tanesi kalkar ve hocaya vurur. Peşi sıra tüm öğrenciler kalkarak hocayı döve döve öldürürler. Sonra polis gelir ve hocaya ilk tokatı atan o genci öldürür. Daha sonra olay yerine gelen Şeyh Mervan, öldürülen müslüman genç dolayısıyla polise kısas hükmünün uygulanmasını talep eder. Öğrenciler de tek tek “öldürülen genç, müslümandı, öğretmen ise kâfirdi. Dolayısıyla öğretmenin kanı hederdir. Müslüman gencin ise kanı alınmalıdır, yani karşılığında öldüren polise kısas uygulanmalıdır,” derler. Devlet ise bu talebi reddeder. Bu talebin reddedilmesi üzerine Şeyh Mervan etrafındaki özel eğittiği gençlerle birlikte Sultan Mescidinde toplanırlar. Toplanan bu gençlerin her birinde bomba ve tabanca vardır -ki bunlardan bazıları lise talebesidir- tekbir getirmekte ve devlet aleyhinde konuşmalar yapmaktadırlar. Bu esnada Sultan Mescidi’nin etrafı tanklarla çevrilir ve Mescid içindeki Müslümanlarla birlikte yerle bir edilir. Allah’a yemin ederek söylüyorum ki daha sonra görüştüğüm Hamalı güvenilir müslümanlar bana şunu söyledi: -Allah hakkı en iyi bilendir- “Bizler günler sonra şehid edilen gençlerin üzerinden yıkıntıları kaldırmak için mescidin oraya gittiğimizde toprağın altından tesbih ve tekbir sesleri işitiyorduk.” Mescidin bombalanması olayında -Allah’ın hikmeti- Şeyh Mervan, bazı talebeleri ile birlikte sağ olarak yakalandı ve mahkemeye çıkarıldı. Baas partililer adalet(!)li olduklarını göstermek için Şeyh’in mahkemesini yerli yabancı tüm basın mensuplarına açık olarak yapıyorlardı. Mahkeme heyeti Suriye savunma bakanı Mustafa Talaş ve bölgeyi elinde bulunduran en kuvvetli şahsiyet olan Salah Cedid’ten oluşuyordu. Mahkeme heyetinin ilk sorusu: “Neden silah taşıdınız ve devlete karşı niçin azgınlaştınız?..” olur. Şeyh Mervan şöyle cevap verir: “Orada Adı Salah Cedid olan Nusayri bir köpekle birlikte kendisini ehlisünnete nispet eden ikinci bir köpek Mustafa Talaş vardı. (O anki mahkeme heyeti bu ikisinden oluşuyordu ve üstad Mervan bunu yüzlerine karşı söylüyordu) Bu iki köpek, bölgede İslâm’ı ve Müslümanları yok etmek istiyordu. Bizler hayatta olduğumuz sürece İslâm’ın yok edilmesine müsaade edemeyiz.” Bu ifadeleri duyan mahkemedeki devrim muhafızları üstadın üzerine saldırırlar. Polisler ise Şeyhin mahkemede yabancı basın mensuplarının da bulunduğu bir ortamda öldürülmesini önlemek ve dünya basınına Suriye mahkemesinde polis katliamı diye yansımasını engellemek amacıyla, üstadı devrim muhafızlarından korurlar. Mahkeme heyeti üstada: —Sen uşaksın” der. Üstad da; —Ben Allah’ın uşağıyım. Gerçek uşaklarsa siz ve sizin Abdunnasır’dan yetmiş sekiz bin cüneyh çalan parti lideriniz Michel Aflektir.” Mahkeme heyeti; —Siz Muhammed el-Hamid’in (Hama müftüsü) sizinle birlikte olduğunu söylüyorsunuz. O ise sizlerden nefret etmekte.” Üstad onların bu sözüne yüce Allah’ın şu ayetiyle cevap verir: “Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. O’na güvenip dayandım. O, büyük arşın Rabbidir.” (Tevbe, 129) Mahkeme heyeti çok güçlüydü. Duruşma sonunda, kendisiyle birlikte yargılanan gençlerin bir bölümüne beraat, diğer bölümüne de üstadla birlikte idam kararı verdi. Haklarında idam kararı verilen gençler ve üstad gülümsüyor, birbirlerini tebrik ediyorlardı. Haklarında beraat kararı çıkan gençler ise ağlıyordu. Yabancı basın mensupları, haklarında ölüm kararı verilenlerin sevinip gülmesine, beraat kararı çıkanlarınsa ağlamalarına hayret etmişlerdi. Bu hallerinin neden olduğunu sorduklarında ise onlara verilen cevap: “Bizlere Cennet bağışlandı. Bunun için birbirimizi tebrik ediyor ve seviniyoruz. Ağlayanlar ise bundan mahrum edildikleri için ağlamaktadırlar” olmuştu. Haklarında idam kararı verilen üstad ve talebeleri infazı beklemek üzere cezaevlerine götürüldü. Üstad Mervan idamını beklediği cezaevi günlerini bana şöyle anlatıyor: “Hayatımda yaşadığım en lezzetli, kalbimin ve nefsimin en rahat olduğu günler cezaevinde gençlerle beraber idamımı bekleyerek geçirdiğim günlerdir.” Üstad Mervan’ın idamını beklerken yazdığı şu kelimeler hâlâ İslâm gençliği tarafından tekrarlanmaktadır: “O can ki yarın doğacak. Sözleştiği vakitte Allah ile buluşacak.” Onlar zindanda idamlarının infazını beklerken, Hama müftüsü Şeyh Muhammed el-Hamid, Hamalı olan Cumhurbaşkanı Emin el-Hâfız’ın yanına gider ve ona; “Üsdat Mervan el-Hadid’e ne yapmayı düşünüyorsunuz?” der. Cumhurbaşkanı Emin el-Hafız’da; “Onun idamına hükmettik” diye cevap verir. Bunun üzerine Muhammed el-Hamid; “Sen bunu akıllıca düşünerek mi söylüyorsun? Mervan el-Hadid’i idam ettiğiniz takdirde Hama’nın susacağını mı zannediyorsunuz? Onu idam ederseniz, Hama’da üstesinden gelemeyeceğiniz ölçüde sorunlar başlar” der. Bunu dinleyen Cumhuriyet reisi: “Peki senin görüşün nedir?” diye sorar. Müftü Muhammed el-Hamid; “Benim görüşüm onu çıkartmanız ve affetmenizdir” der. Bunu duyan Cumhurbaşkanı el-Hafız da; “Bizzat siz gidin ve onu çıkartın” der. Daha sonra üstad Mervan olayı bana şöyle anlatmakta: “Şeyh Muhammed el-Hamid geldi ve: “Haydi evlatlarım çıkın” dedi. Muhammed el-Hamid, hepsinin hocası ve sevip saydıkları birisidir. Bizlerde; “Nereye?” dedik. O da: “Devlet sizleri affetti” dedi. Bunu işitince bizler; “Allah seni affetsin. Bizi Cennetten mahrum ettin…” dedik. Zindandan çıkan üstad Mervan gerçekten rahat nedir bilmezdi. O adeta patlamaya hazır bir bombaydı, kükremeye hazırdı. 1973’te Suriye hükümeti yeni bir anayasa hazırlar ve bu anayasada “Suriye İslâm Devleti’dir” maddesini çıkarır. Eski anayasanın birinci maddesi olan bu madde silinince İslâm âlimleri ve hatibler ayaklanırlar. Bunlardan birisi de üstad Mervan el-Hadid’tir. Cuma hutbesine; “Kim mescidde ölmek üzere bey’at edecektir?” diyerek başlar. Üstadın bu şekilde başladığı hutbesini işiten insanlar camiden bir bir sıvışmaya başlarlar. Zira üstadın hutbesini dinlemek çok tehlikelidir. Bu esnada mescidde bulunan diğer âlimlerde tek tek çıkmaya başlamışlardır. Bunlardan bir kısmı Allah’ın dinine olan bağlılığı ve küfre duyduğu kinle dışarı fırlamakta ve silahlarını getirmekteydiler. Kimileri de mescidde silahını çıkartmış tekbirlerle havaya ateş açıyordu. Ben o Cuma’nın kasetini dinledim. Kamalılar aynı Afganlılar gibi çok öfkeli insanlardır. Bunlar ayağa kalktıkları zaman işin şaka götürür yanı yok demektir. Üstad Mervan bu hutbesinden sonra gizlenir. Şam’a giderek orada bir daire kiralar ve gizlice silah toplamaya başlar. -Allahu Ekber- bitkinlik nedir tanımaz. Allah’ın dini için mücadelede gevşeklik göstermez. Korku nedir bilmez. Otomatik silahlar ve bombalar satın almaktadır. Nerede silah ya da bomba satışı yapıldığını duysa, oraya gençlerden birisini gönderir ve o şeyi satın aldırırdı. Bu arada Suriye istihbarat birimleri kendisini aramaktadırlar. Yüce Allah’ın hikmeti, tam o dönemde de ben Suriye’de Şam Üniversitesi’nde bulunuyordum. Ben lisans eğitimini Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesinde, mastır ve doktorayı da el-Ezher üniversitesinde yaptım. Üniversitenin girişinde dururken yanıma üstadın öğrencilerinden bir genç geldi ve usulca: “Mervan El-Hadid ile görüşmek istiyor musun?” dedi. Ben doğrudan: “Ne? Ben buraya bir kağıt parçası (diploma) almak için geldim,” dedim. Daha sonra o gencin peşi sıra üstadın yanına gittim. Yanına girdiğimde, yüzüne baktım ki, kesinlikle bu kişi dünya ehli birisi olamazdı. O kadar saf ve nurlu idi ki, adeta yüzünün nuru etrafı aydınlatıyordu. Beni Filistin günlerimden tanıyordu. Bizim orada bulunduğumuzda yanımıza gelmişti. Bana ilk söylediği söz: “Ya Eba Muhammed! Cenneti özlemedin mi?” oldu. (Ebu Muhammed, Abdullah Azzam’ın künyesidir). Üstattan işittiğim son söz de bu idi. Polis üstadı arıyordu. Tüm istihbarat birimleri onun peşindeydi, İşte böyle bir ortamda üstad Müslümanlara cephane ve silah toplamakla uğraşıyordu. Nusayrilerden ve önde gelen istihbarat adamlarından intikam almak ve kısas uygulamak istiyordu. Bir gün istihbarat üstadın gizlendiği yeri keşfetti ve oturduğu binanın etrafı sarıldı. Sabah namazını henüz kılmışlardı. Evde üstad Mervan ile birlikte iki öğrencisi ve yeni nikâhladığı eşi bulunmaktaydı. Üstad Mervan yeni evlenmişti. Gerdek gecesi eşine: “İçimde bir kaç güne kadar bu dünyayı terk edeceğim hissi var. Bu nedenle yatağına gelmek istemiyorum. Bakire kalman senin için daha hayırlıdır” demişti. Üstadın yaşı 35 ile 40 arasındaydı. Belki de daha fazlaydı. Kendisi 20 yaşından beri sorunlardan siy olamamış, mahkeme ve zindanlar peşini bırakmamıştı. Bu nedenle nişanlanmaya ya da evlenmeye fırsat bulamamıştı. Öğrencilerinden bir tanesi kahvaltılık şeyler almak için dışarı çıkar. Henüz askeri arabalar gelmemiştir. Kendisi geri döner. Döndüğünde altı tane istihbarat arabalarının beklediğini görür. Bunu fark eden genç her ihtimale karşı bıçağını hazırlar. Zaten Hamakların ceblerinde sustalı bıçak taşımak adetleridir. Bu esnada gencin yanında duran bir arabadan altı istihbarat adamı iner. Genç aniden bıçağını çeker, altısına birden saplar ve kaçar. Şam’da panzer sirenleri çalar ve büyük bir kovalamaca başlamıştır. Polis arabaları cirit atmaktadır. Bu genç dört metrelik duvardan atlayarak kovalamaca da istihbaratı ve polisleri atlatmayı başarır ve Ürdün’e kaçar. Üstad Mervan’a dönelim. Arabalar üstadın bulunduğu binayı kuşatmıştır. Polisler hoparlörlerle binadakilere anonsa başlar ve: “Binadakilerin dışarı çıkmalarını içeride yakalamak istedikleri Iraklı bir casus olduğunu” anons ederler. O sıralar Suriye ile Irak’ın aralarında ihtilaf ve siyasi çekişmeler vardır. Üstad Mervan’da kendi yanında bulunan bir mikrofonla dışarıdakilere: “Ey İstihbarat adamları ve polisler! On beş dakika içerisinde burayı terk etmeniz konusunda sizleri uyarıyoruz. Aksi takdirde on beş dakika sonra sizinle savaşacağız” diye anons eder. Gerçekten üstad on beş dakika sabretti. On beş dakika sonra ise bomba ve otomatik silahlarla binadan ateş etmeye başladı. Polisler durumu merkeze bildirdiler ve evin etrafında hemen hemen bine yakın polis ve istihbarat mensupları toplandı. Üstadın bulunduğu dairede ise kendisi, öğrencisi ve henüz zifafa girmediği nikâhlısı vardı. Polisler binayı uçak ve helikopterlerle havadan da kontrol altına almışlardır. Polisler binaya girip TNT yerleştirmek istemektedirler. Fakat kim binaya girmeye cesaret edebilecek? İki kişiye karşı bin kişi…! Ve ayrıca uçak ve helikopterlerle gözetlenmekte. Öğle vakti olduğunda üstadın cephanesi tükenir. Öğleden ikindi vaktine kadar hiç kimse üstadın dairesine saldıramaz. İkindi sonrası dairesine saldırılır. Üstadın cephanesi çoktan tükenmiş ve kolundan yaralanmıştır. Üstad başı dik bir vaziyette binadan iner. Yanındakilerle birlikte tutuklanır. Olayın haberi Hafız Esad’a ulaştığında adeta çıldırır. Bin kişilik kuşatmada polisler çok kayıp vermiştir. Üstad ise sadece kolundan yaralanmış olarak başı dik dışarı çıkıyordu. Hafız Esad der ki: “Mervan’la bizzat ben görüşmek istiyorum.” Daha sonra üstadın yanına gelir. Ona: “Ey Mervan! Geçmişte olanları unutalım ve birlikte yeni bir sayfa açalım. Allah geçmişte olanları affetsin. Seni bir şartla hiçbir şeyden dolayı hesaba çekmeyeceğiz. Silahlı mücadeleyi bırakacaksın, tek şartımız bu” der. Hafız Esad’ın teklifine üstad şöyle cevap verir: “Ben de bir şartla sizinle anlaşabilirim. O da, Suriye’de İslâm Devletinin kurulmasında bana yardım edeceksiniz.” Bu net tavrı işiten Hafız Esad olduğu gibi geri döner ve mahkeme safhası başlar. Askerler toplanmış ve askeri bir şûra kurulmuştur. Heyet hava kuvvetleri komutanı Naci Cemil ve Mustafa Talaş ile birlikte Nusayri istihbarat komutanlarından oluşuyordu. Üstad Mervan getirttirilir ve sanık sandalyesine oturtturulur. Üstad bakar ki mahkeme heyeti Naci Cemil ve Mustafa Talas’dan oluşuyor… Bunlar halk nazarında kendilerini ehl-i sünnete nisbet eden kimselerdir..! Ve onlara der ki: “Yazıklar olsun sizlere ey köpekler! Ey Naci Cemil ve Mustafa Talaş! Sizleri sağ olarak bırakacağımızı mı zannediyorsunuz! Gençlere, önce sizlerden başlamalarını emrettim. Ey köpekler! Siz ümmete bu Nusayrileri musallat ettiniz. İnsanlarımızı siz kirlettiniz. Sizlerse ey Nusayriler! Sizlerden de beş bin kişinin öldürülmesini gençlere emrettim.” Bu sözlere daha fazla dayanamayan Naci Cemil: “Tutun şu mecnunu… Uzaklaştırın onu buradan” diye muhafızlara emreder. Sonra üstadı işkence odasında iyice bağladıktan sonra ailesini getirirler ve gözlerinin önünde ona tecavüz ederler. Üstad ise bağlı bir haldedir, nefsi daralır ve fenalaşır. “İşkenceleri yüklenmek, canileri görmek cisimleri yok eden bir olaydır”. İzzet ve onur sahibi bir kimsenin kendi namusunu kirletilirken görmesi… Kendisinin ise hiçbir şey yapamaması… Bağlı ve çaresiz kalması… İri yarı, uzun boylu, dolgun vücutlu ve yaklaşık 95–100 kilo civarında olan üstad Mervan, o an eriyip tükenmiş, hemen hemen 45 kiloya düşmüştü. Son olarak üstad hapishanede vefat etti. “Normal olarak mı, yoksa suikast sonucu mu öldü?” Bilemiyoruz Vefat ettiğinde ailesine üstadın cenazesini gelip almaları için haber saldılar. Onlar da cezaevi idaresine; “Mervan’ı siz öldürdünüz. Onun katili sizlersiniz,” dediler. “Hayır” cevabı verildi. Üstad Şam’da bir mezarlığa defnolundu. Defnolunduktan sonra mezarının etrafında yaklaşık iki yüz kişilik askeri birlik bekliyordu. Hükümet, cesedin alınmasından ve gösteri yapılmasından korkmuştu. Üstadın vefatından sonra onun sancağını Filistin’de bizimle birlikte eğitim görmüş Abdüssettâr ez-Zaim aldı. Henüz daha çok genç biriydi. Kendisi diş doktoruydu ve çok zayıf biriydi. Yaklaşık 50 kg. ağırlığındaydı. Temizliğe, hükümetin lider kadrosundan başladı. Tek kişilik suikastlar düzenliyordu. Nusayri istihbarat başkanlarından birini belirliyor ve ertesi günü onu öldürüyordu. Şam Üniversitesi rektörü nusayri biriydi. Nusayrilerin yanında en azından Hafız Esad kadar önemli bir kişiliği vardı. Bir gün de onun yazıhanesine girdi ve öldürüp çıktı. Daha sonra olaylar gelişti. Sonra top atma hadisesi oldu. İbrahim Yusuf’un talebesi olan Adnan Ukle geldi. İbrahim Yusuf topçu subaylardan biri idi. İnşallah başka bir yazıda, Tevbe Suresi’nin ilgili ayetinin tefsirinde bu örnekleri vermeye devam edeceğiz. Şüphesiz İslâm daveti bunun gibi örnek şahsiyetlerle zafer bulur. İslâm daveti ancak çilelere katlanan, her türlü zorluğa göğüs geren bu gibi örnek şahsiyetlerle yaşar. Bu şahsiyetler İslâm’ı zafere ulaştıran sağlam üsleri oluştururlar. Bu üsler de büyük milletlere yön veren rehberler mesabesindedir.
|